Uluslararası koşullar ve ekonomi:
Ekonomik insanoğlu var oldukça farklı iktisadi biçimlerde, geçmişten bugüne ulaşan, bugünden yarınlara varacak değişmez bir olgudur. Takas yönteminin kullanıldığı alışveriş yapma biçiminden, değerli madenlerin para olarak kullanılmasına ve kâğıt paranın üretilmesine kadar her daim yaşamın bütün yönlerini etkileyen ekonomi, insanoğlunun yaşam serüvenini sürdürmede temel hesap birimidir. Ancak 21. yüzyılın getirmiş olduğu siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik rekabet insanlığı topyekûn etkisi altına alarak, ilk çağların sorunu olan barınma ve geçinme telaşının, çağdaş yüzyıl diye nitelendirilen 21. Yüzyıl insanının temel sorunu olmaya devam ediyor. Küresel düzeyde eşitsizliklerin artması, fırsatların ve maddi değerlerin elit bir grubun tekeline girmesi nedeni ile dünya halkları açlık, yoksulluk ve sefalet içerisinde yaşamaya çalışması, bu çağdaş yüzyılın en büyük handikaplarından biridir. Dünya büyürken, halklar küçülüyor. Ekonomik eşitsizliğin neden olduğu bu durum sömürü düzeninin en somut örneğidir. Uluslararası sorunların oluşmasına neden olan devletlerarasında kaynakların adil paylaşılmaması, güçlü olanın zayıf karşısında üstünlüğünden kaynaklanıyor. Güçlü sömürgeciler, zayıf halkların toprağından çıkan ürünü alarak, kendi işe yaramaz milleti için refah toplumunu oluşturması dünya halklarının yaşadıkları yoksulluğun temel nedenleri arasında yer alıyor.
İç koşullar ve ekonomi:
Öte yandan sömürgeci devletlerin güçlüyüm o halde haklıyım tezi nedeni ile oluşan uluslararası sorunları bahane ederek kendi iktidar gücünü sağlam bir zemine oturtmak isteyen odaklar ve iç yerleşik sömürüyü oluşturan elit grupların neden olduğu gelir dağılımdaki eşitsizlik, bir ülkeyi kalkındıran işçinin, emekçinin çabasına konması ayrı bir fecaat olmaktadır. Sürekli artan büyüme bugünkü ekonomik veriler karşısında işçiyi, esnafı ve bütün toplum kesimlerine neden yansımıyor, sorusu üzerinde durulup düşünülmesi gerekirken, enflasyon oranlarının artmasını toplumun büyük bir çoğunluğunun gelirini oluşturan ve açlık sınırı altında kalan asgari ücrete bağlanılması ekonomi bilimi ile uyuşmazken, vicdani olarak hayal kırıklığıdır. Emekçinin ve işçinin alın teri üzerinde bir ülke, adam kayırma ve liyakatsiz kimselere sağladığı büyük maddi geliri emekçisine, emeklisine ayıramıyorsa burada adil bir düzen yoktur. Doktoralı inşaat işçilerinin olduğu bir ülkede devlet kurumlarının yönetim yetkisi adam kayırma ile belli şahıslara veriliyorsa burada adil bir düzen yoktur. Tekellerin eli altında bulunan işçi sınıfı korunmuyorsa, işçi ve emekli mutfağını korkusuzca dolduramıyorsa hangi gelir eşitliğinden bahsedilebilir? İşçisi sermayenin altında ezilen, emeklisi çalışmak zorunda kalan bir düzende gelir adaleti olur mu? Açlık sınırının altında toplumunun büyük kesimi çalışırken, yoksulluk sınırına dahi yetişemeyen bir düzen içerisinde sosyal ve ekonomik dengeden söz edilebilir mi? Açlık sınırı altında çalışan işçisi, iş kazalarında yaşamını yitirirken, elit bir çıkar grubunun korunup, kollanması toplumsal adaleti sağlar mı? Bugün, emeklisi çalışmak zorunda kalan, işçisi sermeye tarafından ezilen, devlet kadroları niteliksiz kişilere dolgun maaşlar ile teslim edilen ve sürekli bütçe açığı veren bir devlet düzeninde ekonomik ve sosyal adalet olmazken, işçisi ve emeklisinin düşüneceği tek şey kira ve faturalar nasıl ödenir, tencere nasıl kaynar, çocuklar nasıl büyütülürdür. Bütün bu karamsar tablonun tek çözümü ise Anayasa ve yasalara uyularak, ekonomik ve toplumsal düzenin adil olarak inşa edilmesi, liyakatsiz kimselerin devlet kadrolarından alınması, sermaye ve tekelleşmiş grupların denetim altına alınarak işçi ve emeklinin korunmasından, yolsuzlukların engellenmesi gelir eşitliğinin oluşturulması ve suç işleyenler için ağır cezaların uygulanmasından geçer.
DİYARBAKIR HABERLERİ
12 Şubat 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
12 Şubat 2025EKONOMİ
12 Şubat 2025ASAYİŞ
12 Şubat 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
12 Şubat 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
12 Şubat 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
12 Şubat 2025