Yaşamın hakikati incitici olmasaydı, hakikatin ön sevişmesi olan edebiyatı yaratmazdı avunan insan. Sınırlı bilginin ve sakat tarihin tesellisini de tanrıda aramazdı. Anlaşılan o ki, insanın iyi hissetmesi adına her zaman manevi koşullara ihtiyaç duyulmuştur. Şaibeli bir hayatı yaşanılır kılan, çoğu zaman kendine güzel yanılgılar yaratmaktan geçiyor. Yanılgı çok, zanlar çok.
Doksanlar (1998) döneminde gazeteci Sedef Kabaş, o dönemler kendi gibi biricik programında, Türkiye’nin iletişim biliminin kurucusu sayılan Ünsal Oskay’ı ağırlıyor. Oskay’a şöyle bir soru yöneltiyor, “İmaj yüklü kimliklerin topluma benimsetilmesinde medyanın rolünü açar mısınız?”
Gazeteci Kabaş, şüphesiz donanımlı bir gazeteciydi ve o dönemin Türkiye’sine de bugünün Türkiye’sine de kamuoyu düzeyinde, fazla akademik seviyede iyi niyetli bir soru yöneltiyor. Fakat Ünsal Oskay, bugünün Türkiye’sine de o günün Türkiye’sinin anlayacağı biçimde şu cevabı sıralıyor:
Bugünkü toplumsal sistemde (yıl doksanlar) birkaç yüzyıl öncesinin sisteminden daha insani bir ilerleme var. Tıpta da var, ulaşımda, teknolojide de var; belki kalbimizde bile var. Daha duyarlıyız, Habeşistan’daki açlıktan haberdarız. Ama teknolojilerin, bilimin bu kadar geliştiği, üretimin bu kadar (istendiği vakit) arttığı bir dönemde, dünyanın herhangi bir yerinde açlık sorunu olmamalı, şiddet ve zulüm olmamalı. Bunları biliyoruz, ama bunların olmasını sistem kendi varlığı için bir önkoşul olarak görüyor. Halbuki dünyanın bu haliyle dövüşün, savaşın, kıtlığın olmaması mümkün.
Bunların olması maddi bir zorunluluktan değil, şimdiye kadarki yanlış tarihimizin bize getirdiği, bize benimsettiği kültürel formasyon (kültürel öğreti) yüzünden. Alışkanlıklarımız, düşüncelerimiz, yargılarımız; komşumuz bizim kadar mutlu olduğunda rahatsız oluyoruz.
Komşumuzdan daha mutlu olmalıyız, onu huzursuz kılmalıyız, onu kıskandırmalıyız, onun iki adım ilerisinde olmalıyız. Halbuki herkes yakın çizgide olsa, biri iyi müzik yapsa, ben iyi karnıyarık yapsam hepimiz rahatlayacağız. Dünyayı gerilimler içinde yaşamak, çatlamak, patlamak için gelmedik. En kötüsü de insanın içine sürüklendiği bu durumdan, ne yaparsanız yapın, daima tek tek bizler kaybediyoruz. Buna karşın kazanan, bizi manivela gibi, somun gibi kullanan bu eşitsizliğe ve açmazlığa dayanan toplumsal sistem oluyor.
Gazeteci Kabaş, kendi akademik merakını giderircesine Oskay’a bir soru daha yöneltiyor: “Toplumsal sistem içinde medya, iletişim aracı olmaktan çıkıp, bir güdüleyici güç haline gelebiliyor mu?” Oskay şöyle yanıt veriyor engin öngörüsüyle:
Her şey sistemin kendi bütünlüğü içinde yaşandığı için (ben de çok iyi değilim, siz de çok iyi bir insan değilsiniz), hayatı güzelleştirmektense zedeleyen yanlar maalesef var. Dolayısıyla medya bizi bize satıyor. Kendisini bize satarken de yapacağı en akıllıca çözüm, bizi bize satmak. Medya tek başına günahkâr da biz çok mu masumuz? Diyerek Kabaş’ın söyleşisini özetliyor.
Urfalı Türk sosyolog, iletişim bilimci, düşünür ve kuramcı, Stanford Üniversitesi mezunu Ünsal Oskay’ın hemşerisi müzisyen İbrahim Tatlıses’in seslendirdiği bir türkünün sözleri aklıma geliyor:
İnsanı insandan ayırıyorlar
Bu sizden bu bizden kayırıyorlar
Dört kitap ne diyor anılmıyorlar
Ortalık karıştı düzen bozuldu
Yetiş ya Muhammed yetiş ya Ali
Yetişemeyenlere ve kendini bilmezlere de Erzincanlı Aşık Daimî şu sözleri dizmiş:
Kâinatta bir zerreyim
Ben kendimi bilmez miyim
Zerre içinde zerreyim
Ben kendimi bilmez miyim
Mamur benim harap benim
Ayaklarda turap benim
Kadehlerde şarap benim
Ben kendimi bilmez miyim
Denizlerde nuh olalı
Döneklere yuh olalı
Ruhlar ile ruh olalı
Ben kendimi bilmez miyim
Günah bende hakir benim
Hizmet ehli zakir benim
Adem kadar bakir benim
Ben kendimi bilmez miyim
Daimi’yim bende ben de
Bent olmuşum ben de bende
Dağılmışım perakende
Ben kendimi bilmez miyim
Gönüllerde perakende
Ben kendimi bilmez miyim
DİYARBAKIR HABERLERİ
12 Şubat 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
12 Şubat 2025EKONOMİ
12 Şubat 2025ASAYİŞ
12 Şubat 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
12 Şubat 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
12 Şubat 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
12 Şubat 2025